30 Haziran 2012 Cumartesi

30 Haziran...

        Uyursunuz o gece saat 0220'de. Sabah 0624'te uyanırsınız. Sabah yayınınız vardır ve o yayını sağ salim atlatır ve güneşli bir Cumartesi gününün verdiği heyecanla çıkarsınız işyerinizden. Bisikletin pedalını çevirirken hızlı atan kalbiniz sadece bisiklete sarfettiğiniz efor için hızlı atmıyordur. :) Aklınızda o güne dair bir buluşma vardır ve o buluşma sizin kalbinizi hızlandıran çok tatlı bir çikolata gibi sıcacık enerji verir size...

          Hazırlanırsınız ve saat 11 de Eminönü'ne inersiniz. O'nunla buluşur utangaç ve yanyana iskeleye kadar yürürsünüz. Aklınızda Üsküdar vardır ve üsküdar vapuruna binersiniz. Ayaktasınızdır ama dışarıda olduğunuz için ve sevdiceğinizle yan yana olduğunuz için bu umurunuzda değildir. Vapur sularını köpürterek hareket eder. Bebeklerden, boğazdaki yelkenlilerden vs konuşursunuz. Sonra Üsküdar sahilden yürüyerek yüksekçe bir tepeden boğaz manzarasının tadını çıkarırsınız. İçtiğiniz çayların tadına doyamaz, yaptığınız muhabbetleri, anlatılan eski anıların etkisiyle hoş olursunuz. Hele de sizi "dinleyen" bir çift göz varsa tam karşınızda! Sonra iskeleye inişe geçersiniz. Gıcık gıcık öten kargaya türlü seslendirme yapıp gülüşürsünüz. Sonra Boğaz turu yapmaya karar verirsiniz. Ama öncesinde içiniz yanmıştır ve birer cola alırsınız en buzundan... İçer içinizi ferahlatırsınız. Sonra boğaz turu... çekilen bir sürü mutlu ve güzel fotoğraf. Gerçi çeken çok güzeldir sizin pek yaptığnız bir şey yoktur. Onun fotoğraf aşkını hayran hayran seyredersiniz. Boğaz turu her ne kadar siz istemesenizde biter. Sonra rıhtımın ilerisindeki camiide ikindi namazı kılınır. Sonra karınınızın acıktığını fark edip bir şeyler yersiniz. Ve sonra Kız kulesi... O efsanevi İstanbul simgesinin önü. Batmak için yoluna devam eden güneşin iyice batı ufkuna yaslandığı ama hâlâ tüm haşmetiyle parlayıp ısıttığı saatler... Yüzünüze vuran güneş ve bakışmalarınız. O dakikalar sanki hiç bitmeyecekti. Hiç bitmeyecek bir hikâyenin başlangıcı olduğunu hissedersiniz. İlikleriniz bile titrer heyecandan. Ellerinizin hiç titremediğiyle gurur duyar ve çevrenizden "senden iyi cerrah olur ha" diyenleri gülümseyerek hatırlarsınız. Ama o saniyelerde elleriniz zangır zangırdır. Nefesiniz, kalbinizin hızına oksijen yetiştirmekte zorlanır... Sonra kalkarsınız el ele... Yürürsünüz yüzünüzü okşayan serin boğaz rüzgârına doğru. Kalabalıktır sahil. Düğünü bitenler, kendilerini serinlikte dışarı atanlar, araba kornaları... Her şey bir yana birbirinizin gözlerine denk geldiğiniz an zaman durur, sesler susar, onun ruhunun derûnunda bulursunuz kendinizi. Gözbebeklerinden taşan sevgi seline kapılırsınız. Serin berrak bir su gibidir o sevgi. Şifa kaynağıdır, içinizdeki derin huzurun sebebidir... 

         Sonra eski bir hana girersiniz. Alışveriş damarı kabarıvermiştir. Ürünleri incelersiniz, ihtiyacınızı aldıktan sonra tam çıkarken gözünüze minik bir şey daha takılır onu da alıverirsiniz. Ve akşamın sonuna doğru artık güneş iyice devrilmiş, onun kokusuyla sarhoş olmuşsunuzdur. Vapura binersiniz tekrar. Sabah bindiğiniz iskeleden inersiniz bu kez. Ve nasıl olduğunu anlamadan onu uğurlarsınız evine... 

         Öyle güzel bir gün ki bu sizin için. Sonsuza açılan bir kapının ilk saniyesi idi bu koca gün. Yani size 7-8 saat gibi gelse de, büyük hikâyenin içinde bu 1 saniye kadar yer tutar ancak belki daha da az... Kıymetini anladığınız insanı SAKIN HA BIRAKMAYIN! Kıymetini bilin. Allah'ın emanetine hıyanet etmeyin!   

Bu yazımı da sonsuz sevgi dileklerimle bitiriyorum. Sevgiyle kalın :)

28 Haziran 2012 Perşembe

"Sen evleneceğim adamsın"

      Başlığı iyi OKUyun... Hatta birkaç kez OKUyun. Bu cümleyi hayatınızda kaç kez duyarsınız? Kaç kişi size bu cümleyi kurabilir?

       Sizi bilmem ama benim hayatımda TEK 1 insan buna cesaret edebildi. Ve o insanı da hayatımın geri kalanında TEK 1 an olsun bırakmaya niyetim yok. Neye mi niyetim var? Her 1 an onu sevmeye, Her 1 an onu özlemeye, Her 1 an gözlerine bakmaya, Her 1 an ona sarılmaya niyetim var... Hayatı paylaşmak, yorgan kavgası yapmak, bana "çoraplarını yere değil banyoya at!" diye bağırması, bulaşıklara yardım istemesi, birer kahve içmek karşılıklı konuşmadan sadece gülümseyerek, bakışarak... Mutfakta yan yana salata hazırlarken günün içinden konuşsak. Hayaller ve hayaller. Ve bu hayallerin gerçekleşmesi inanın hiç zor değil. Sadece kocaman bir sevgi ve bu sevgiyi gösteren her hareket...

        Klişeleşmiş, günümüzün sahte duygularına, bozuk telkinlerine uymadan, gözlerimizin ne söylediğine bakıp sımsıkı sarıldığınızda güveninizi yeni baştan tazeleyebiliyorsanız yıllar değil sonsuza dek mutlululuğun sefasını sürersiniz. Ve bu kelimeyi söyleyen insanın güzelliğini bahşeden yaradana da âcizane secdelerimi sunuyorum. Ben O'nun, O'da benim inşaallah.

Dualarım, Dileklerim hep sevdiğimin yanında olmak için...

Sevgilerimle...














26 Haziran 2012 Salı

Hislerimin tercümesi....

Bu yazı hislerime birebir tercüman olduğu için, OKUduğum an bunları düşündüğümü fark edip kelimelere döküldüğünü görünce sahibinden izin alarak buraya yazdım. Sevgiyi iliklerime kadar hissetirene buradan sonsuz teşekkürlerimle...

**İstasyona gidip bir bilet alabilir, sonra trene atlayıp, bambaşka bir yere gidebilirdim. İçimden geçtiğim tüm o şehirleri, rayların cızırtısı eşliğinde izleyebilirdim. Bir yerlerde bir ev tutup, önyargılı bir toplum ve bize biçilmiş rollerin uzağında, yeni bir hayata başlayabilirdim. Belki de şansım yaver gidip,yeni insanlarla tanışabilirdim. konuşacak yeni insanlarla… Tatmin edici bir maaş alıp, ...üstüme başıma pahalı kıyafetler çekebilirdim. Belki orada bir kızla tanışırdım; birbirimizi seveceğimiz bir kızla. Birlikte bolca zaman geçirebilirdik; sadece ikimiz… Geç vakte kadar yataktan çıkmadan,geri kalan her şeyi unutarak, anladığımız dilden konuşabilirdik. Belki kavga eder, sonra çözerdik.konuşup anlaşıp, yolumuza devam ederdik.
 
Deniz kenarına arabamızla gider, kendimize bir ev alır, çocuk yapardık. Sevimli, sağlıklı çocuklar… Onları çok severdim. onlara bir yuva ve baba sıcaklığı sağlardım. Muhtemelen gecenin bir yarısı uyanıp, seçimlerimi ve aşkımı sorgulardım. Kör karanlıkta sokakta biraz yürür,geçen arabalara bakar,yapayalnız halimle soğuğu iliklerimde hissederdim. Sonra yatağıma döner, ona sarılır, hem kendimden hem de karanlıklarımdan tiksinirdim. Sonra sisin ardında bir şey görürdüm.geldiğim yeri özlerdim. Doğduğum yeri,memleketimi… Belki hayatımı orada sonlandıracağım. Belki benim seçimim budur. Belki hiçbir yere gitmeyeceğim, burada kalacağım… İşte benim seçimim bu, seçimim bu… [Alıntı]
 
Sevgilerim sonsuz, dileklerim uçsuz bucaksız olana gitsin...

26 Haziran 2012 - ...sonsuza

Bir ayını dolduruyorsa bir tanışmanın arefesi, artık bir şeyler oluşuyor, olgunlaşıyor demektir. Hayatın tüm zorlukları, onun yanındayken sizden uzaklaşıyorsa, normalde sizi üzebilecek şeyler sizi üzmüyorsa, bilin ki o hatun sizin hayatınızın geri kalanıdır.

Dikkat edin. Her dokunduğunuzda, bakışlarınız her çarpıştığında, kalbiniz çılgınlar gibi atıyorsa, ve sevginize "inanıyorsanız" o sevgi VAR olur ve gözlerinizle birbirinizin ruhunu OKUmaya başlarsınız. Artık VAR olan iki okyanus birbirine bakışları ile bağlanmış ve "1" bütün olmaya doğru yelken açmışlardır.

Bilin ki o yanınızdaki insan, hayatı boyunca, kaderi sizin kaderiniz ile buluşuncaya kadar olan sürede zorluklara göğüs germiş, ailesine, atalarına "öf!" bile dememişse ve tüm bunları yaşayarak geçirdiği yıllardan sonra hâlâ derin bir vecd ile Rabbine hamd edebiliyorsa sevin onu! Sevin! Bilin ki Allah da o kulunu seviyor! Çok sevin. Saygınız öyle büyüsün ki taşsın ve sevgiye dönüşsün. Cennetten bir bahçe oluverir size. Siz de ona korunaklı bir liman. Birbiriniz olursunuz. Kokusu o sizden uzaklaşsa bile, aradan saatler geçse bile hâlâ burnunuzun direğini sallıyor ve kalbinizi güm güm attırıyorsa ben o hatunla sonsuza dek her musibete her güzelliğe gözüm kapalı ama elleri ellerimde dalarım!

Ve onun için, tanışma aydönümü için yapmak istediğiniz sürprizin çeşitli sebeplerle aksaması büyük bir sorun çıkarabilir. Unuttuğunuzu düşünebilir ki bu onu yanılgıya düşürecektir. Çoğu zaman olaylar göründüğü gibi olmuyor. Gerçekten :) Ama onun gönlünü alamayacaksam, onun ruhunu hoş edemeyeceksem niye nefes alıyorum ki? ...

Sevgilerim benden uzakta bile olsa kokusunu tüm hücrelerimde duyduğum sevgilime...

Sonsuzluğumu çok seviyorum, sonsuza dek seninim!

21 Haziran 2012 Perşembe

Sabah denemeleri...


Lafı ve yeri gelmişken sabah sabah damarlarım açıldı nedense. İstanbul'dayız ve herkes bir trafik sorunundan böğürüp duruyor. Ahali delirmiş gibi saygısızca araç kullanırsa e normal. Toplumumuz bu anlamda korkunç şekilde potansiyel "seri katil"...

Kimse kimseye yol hakkı tanımıyor, en ufak frende camlar açılıp dayılanılıp küfrediliyor, bol bol ara gazı, ani şerit değişimleri bla bla...

Ondan sonra vay efendim terör bitsin teröre lânet, bilmem ne. Lan siz önce içinizdeki trafik teröristini bi öldürün de sonra konuşun!

Kusura bakmasınlar ama özellikle minibüs, taksi ve ÖHO şoförleri. Potansiyel seri katil modundalar... İnsan akli melekelerini çalıştırmalı.

1- Hem o ÖHO'ların egzoslarından çıkan karanın da karası duman nedir? İstisnasız her ÖHO atmosferi havamızı piç ediyor! >>

2 - Bence kara çarşaflılara lâf söylediğiniz kadar hatta daha fazla lâfı söylemeli, bu ÖHO'ların kıçından osurdukları kara lânete dikkat çekmelisiniz!

İşte buna sabah denemesi deniyor. Herkes herkese lâf çakıyor ama kimse dönüp kendine bakmıyor...

Ben mi? Ben bisiklet kullanıyorum. Havaya tek bir mmküp zehir salmıyorum. Benzinin litresine 4 lira, 1 sigara paketine 5,5 lira ödemiyorum..

*Muhakkak ki düşünen toplumlar için alınacak ibretler vardır.

**Hâlâ düşünmüyor musunuz?

Bu satırlar büyük bir kitaptan... EN BÜYÜK, EN KUDRETLİNİN SÖZLERİNDEN. Tanıdık geldi mi acaba???

Ve söyleyeceklerim bu kadar...

En uzun gün...

Kalpleriniz sevgiye daima aç kalsın, obur olun ama sadece sevgiye... Sevgi, cömertliktir!
       Bugün 21 Haziran... Dünya'nın kuzey yarımküresinde en uzun gündüzün yaşandığı tarih. Ve böyle bir günde öğleden sonra görülen güzel bir rüya. Rüyanın üzerinden henüz birkaç saat geçmemiş ki beklenmedik bir anda beklenmedik şekilde gelen bir sürpriz...

        Yüreğinize inecek gibi oluyor önce. Algılarınız açık ama aynı anda algılarınız göremiyor. Garip bir duygu. Size anlatmak istediğim rüyalarınızı, bilinçaltınızı ve yaşadıklarınızı ciddiye alın. Tesadüf ve şans kelimelerinin aslında kâinatta asla var olmadığını, bu kelimeleri bizim uydurduğumuzu bilin. Rüyalarınız size birçok şeyi gösteriyor olabilir. Rüyalarınıza, özellikle de uyandığınızda(?) neler hissettirdiğine dikkat edin. Gördüğüm rüya öyle güzeldi ki, öyle gerçekti ki... Rüyanın sıcaklığı henüz devam ederken yaşadığınız şey sizi çok şaşırtabilir. Evet çocukluğumdan beri ilgimi çeken metafizik ve madde olarak algıladığımız evren arasında müthiş bir bağlantı var. Binlerce köprü, ip, halat... Biz insan denen varlık, -ki başkalarının varlığına da inanyorum- kesinlikle evrenle direkt bağlantılıyız. Tümleşik bir bilgisayar işlemcisi gibi... O işlemciyi tasarlayan ise neyin ne olduğunu öyle güzel biliyor ki. Ve bunun kıymetini anlayan, hisseden herkese sesleniyorum!

        ÇABALAYIN! Sevgiyi bulursanız, sevginize kalbinin kapılarını açan, size bunu söylerken gözleri gülümseyen bir insan bulursanız sarılın ona... Sımsıkı sarılın. Kıymetini bilin. Bazen anlaşamayabilirsiniz. Size naz da yapabilir. Ama konuşun! İletişim kurun. Sevgiyi bulduğunuzda onu canınız pahasına kaybetmeyin. Sevgiyi hissettirin ki sevgiyi hissedelim. Biraz önce şans ve tesadüfün tamamen bizim uydurmamız olduğunu söylemiştim. Tevafuk diye bir şey var. Bu kelimenin meali şu; Ne ekersen onu biçersin... Yani siz ne dilerseniz, neyi isterseniz neye karar verirseniz, insanlara ne verirseniz size o bir şekilde dönecektir.

       Sevgi isteyen sevgi görür, sadakat isteyen sadakat görür, hayır isteyen hayır görür. Başına gelen her şeye "Allah'tandır" deyip tebessüm edebiliyorsa bir insan işte o insan kıymetlidir.

       Ve eğer fani dünyadan sıyrılmışçasına bakabiliyorsanız sevgilinize, saçlarınız ağardığında, bedenleriniz yavaş yavaş çöktüğünde bile gözlerinin içindeki gencecik sevgi dolu ruhu görebilirsiniz ve uslu bir çocuk olursanız sonsuza dek ayrılmazsınız. Çünkü Allah(c.c), birbirlerini kendisi aşkına sevenleri çok sever...

        Sonsuz sevgiliye... En güzel dileklerimle... :)


20 Haziran 2012 Çarşamba

Kelimenin terazisi...

       Çok uzaklarda bir gezegendesiniz. Bambaşka bir gezegen. Üzerinde senden başka bir hayat şekli yok. Tek sen varsın. Gökyüzü açık turuncu bir renk... Ve dizlerinize dek uzayan bitkilerle kaplı bir düzlüktesiniz. Hafif meltemde eriklere benzer bir meyvenin mayhoş kokusu... Yemyeşil bitkilerin arasında usulca yürüyorsunuz. Ayaklarınız çıplak. Toprak benzeri maddeyi hissediyorsunuz. Serinlik veriyor ve üzerinizdeki kötü enerjiyi emip bünyesinde yok ediyor. Rüzgârın ve göz alabildiğine uzanan yemyeşil çayırın hafif fısıltısı dışındaki sessizliği hissedin. Bitkilerin ellerinize dokunuşunu, rüzgârın yüzünüzü okşamasını hissedin. Uzaklarda bir ağaç görüyorsunuz, tek başına... Ve biraz sonra ufuktan iki yıldız yükseliyor. Anlıyorsunuz, bir çiftyıldızlı güneş sistemindeki bir gezegendesiniz. Çok şaşırıyorsunuz. Manzarayı seyre dalıyorsunuz. Huzur bütün zerrelerinizi kaplayan bir deniz gibi... Derinn bir nefes alıyorsunuz ve tebessüm yayılıyor yüzünüze... 

Rüyalar mı gerçektir yoksa dünya mı? Gerçekliğin rüyasına hoş geldiniz... 
         Şimdi, gözlerinizi kapatın ve bu okuduğunuz şeyleri hayal edin. Mümkünse yaslanın bir yere ve rahatlayın. Bu gezegenin karmaşasından, dışarıdaki insan seslerinden, kavgalardan, savaşlardan, kıyımdan, dedikodulardan, ikiyüzlülükten, yalancılıktan sıkılmışsanız tavsiye ederim. Deneyin. Özellikle üzerine kalkıp iki rek'at namaz da kılarsanız tefekkürün ne anlama geldiğini ve kelimelerin aslında üzerlerine mânâ elbisesini giydiğinde nasıl da ağırlaştıklarını görürsünüz. Ve ağır olan şeyler derindedir. Ve siz, ruhunuzu ne kadar derinleştirebilirseniz o kelimelerin mânâlarına o kadar yaklaşır ve o kadar huzura erersiniz. Huzuru bulmanız dileğiyle... :)  

19 Haziran 2012 Salı

Kısa bir başlangıç...

        Hani bazı başlangıçlar vardır. Hayattır başlayan... O hayatta kendinizi bulamamışsanız kaybolmuşsanız, annelerimizin "nereye koyduysan ordadır!" sözü kadar kolay bulamıyorsunuz kendinizi...

       Hayat yolculuğunda da, kaybolmuş, kendini "aramaya" tenezzül bile etmeyenlerle karşılaşabiliyor insan. Üzülüyor, kırılıyor. Umarım kendini kaybetmiş, çabalamayan insanlardan uzak olursunuz. Blogumun ilk yazısını bi güzel dilekle tamamlıyorum. Sonraki uzun yazılarda görüşmek umuduyla :)
En muhteşem başlangıç kelebeklere aittir...