30 Temmuz 2012 Pazartesi

Dün Galata'dan sana baktım Aziz Istanbul..!

Galata Kulesi'ne ilk çıkışımız, dünyaya ilk adımımız gibiydi...
Galata'nın zirvesi, dünyanın en sevimli manzarası... Bir tarafınızda Süleymaniye, Ayasofya, Topkapı Sarayı... Diğer tarafta Kız Kulesi, Boğaziçi Köprüsü, Haydarpaşa Garı...

Bir tarafından güneş vuruyor kuleye. Diğer yüzü gölge.  Serin bir rüzgâr esiyor. Tam önünüzde yürürken yâriniz, sevgiliniz o daracık balkonda, dünyanın ne kadar güzel olduğunu görüyorsunuz. Onun uçuşan şalının, size varan kokusunun başınızı döndürmesi de eklenince. Heyecandan darmadağın oluyor refleksleriniz, titreme almış başını gidiyor. Ya sesim kısılırsa? Ya söyleyemezsem? düşünceler uçuşuyor beyninizde. Neden sonra toparlayıp daha fazla bekleyemiyorsunuz. Ama tabi sessiz sedasız sönük bir teklif olmasına asla izin veremezdim. Tüm gücümü topladımm ve turistlerin dikkatini çekecek şekilde ingilizce bağırdım. Bizi görebilen herkes bize baktı. Ne olduğunu anlamadılar önce. Tabi sevgilimin de "ne yapıyor bu?!" şeklindeki bakışları atarak anlam vermeye çalışması da cabası. Söyledim bir anda. "Benimle evlenir misin?"

Soru, gönül dünyasından kopmuş, titreyen nefesimden güç alarak titreyen dilime ulaşmış oradan da sevgiliye varmıştı.  Çıkarıp yüzüğü de kutusunu açarak uzattım nazikçe... Gözlerim gözlerinde... Ne cevap verecekti? O an kalbimin durduğuna yemin edebilirim. SANKİ vereceği cevabı duyabilmek için sesini kesmişti. Tüm bedenimde HAYAT birkaç saniyeliğine durdu. Sonra cevap duyuldu. EVET EVET EVET...

İspanyollar sanki futbol stadındaymış gibi bir alkış patlattılar. Bir şeyler söylüyorlardı ama eminim "çok güzel, çok romantik, çok tatlılaaar" tarzında şeyler söylüyorlardı. Bazı insanî şeyler için dil bilmeniz gerekmez. İnsanların bakışları, tebessümleri ne dediklerine dair içinizde bir his uyandırır. Yüzüğü takarken elim ayağım öyle titredi ki. Yüzüğü sevgilinin parmağına isabet ettiremiyordum. Yüzük biraz bol oldu. İnşaallah ömrümüzün geri kalanında da yuvamızın, sevgimizin, aşkımızın bolluğu o yüzük gibi olur. Ona "sevgili eşim" olarak hitap etmeyi çok seviyorum. Bunu benimsedim. Bu ağırlığı, sorumluluğu rahatlıkla üzerime alabildiğimi hissediyorum, rahatım. Ve sadece O'nunla olmak, O'nun yanında olmak, O'nun yanında ölmek istiyorum!

Rabbim, biz'i birbirimize bağışla! Rabbim, biz'i birbirimize bağla! Rabbim, biz'i birbirimizin sevgisine bereket kat! ÂMİN.

Darısı tüm sevgililerin başına!

Sonsuz saygı ve sevgi dileklerimle...

26 Temmuz 2012 Perşembe

Kahve çekirdekleri...

Size bugün güzel bir hikâye yazmak istiyorum. İçimden taşan her şeyin sevgiye karıştığını ve sevgilinin sevgisinde anlam bulduğunu söylemeliyim. Lafı fazla uzatmadan, aşağıdaki hikâye ile sizi baş başa bırakıyorum...




Bir baba evlenmek üzere olan oğluna tavsiyelerde bulunuyormuş.

“Son tavsiyemi …mutfakta anlatmak istiyorum” demiş.

Mutfağı ve yemek yapmayı bilmeyen delikanlı “Olur” demiş çekine çekine.

Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini suyla doldurup üçünün de altını yakmış.

“Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin bana” demiş oğluna.

Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş… Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına.
Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba koymuş. Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış. Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş oğlunu. Yemek masasında üç tabak duruyormuş. Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş.

Sonra oğluna dönüp sormuş:

“Ne görüyorsun?”

Oğlu düşünürken açıklamaya başlamış.

“Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamış.
Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri katılaşmış. Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler sonunda da öyleler..”

Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş:
“Evlilikte Aşk ve şefkat birlikte olmalıdır. Aşksız bir evlilikte her
iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler, eskitirler, pörsütürler. Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar tahammül etseler de, şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar.
Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi, birbirlerinin yanında kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler. Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları gibi, onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar geçirmeye isteklidirler.
Oğlu aldığı bu dersten tatmin olmuşa benziyordu.
“Asıl ders bu değil!” dedi baba.
Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları gösterdi.
“Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak… İkisinde de bir tat yok .”
Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir fincana boşalttı. Mis gibi taze kahve kokuyordu. Fincanı oğluna uzattı.

“İçmek istersin herhalde” dedi. Oğlu kahvesini yudumlarken konuşmasını sürdürdü.

“Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis gibi, temiz ve huzur verici. Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi… Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını, kokularını ve renklerini katmayı başarırlar . . . “





Hayatımı birleştireceğim insanla kahve çekirdekleri gibiyiz inşallah. Rabbim bizi tadı alındığı zaman 40 yıl hatır bırakan sevgililerden eylesin! Sevgililer sevgilisi Hz. Resulullah ile Hz. Hatice gibi eylesin BİZ'i. Bir ''kördüğüm '' gibi seviyorum sevgilimi! 

Birer fincan kahve gibi, tadını 40 yıl kaybetmeyenlere...
Sonsuz saygı ve sevgi dileklerimle... 

22 Temmuz 2012 Pazar

Blog...

İhmal edilen bir blog düşünün. Uzun zamandır yazamıyorsunuz. Ama bu içinizden gelmediği veya yazmak istemediğinizden degil. Çalışma temponuzun iki katına çıkması, uykunuzun bir türlü düzene girmemesi, deliksiz bir gece uykusunu ve en önemlisi sevgilinizi deliler gibi özlemeniz yüzünden blogunuzu ihmal etmiş olabilirsiniz. Bu demek değildir ki yazmak istemiyorsunuz.

Aslında yazmak istiyorsunuz, hep aklınıza geliyor. Düşünüyorsunuz. Şu iftara yakın akşam vakti biliyorum çoğunuz mahmur, açlık ve susuzluğun verdiği dalgınlığı üzerinizde taşıyorsunuz. Evet ben geceleri yaşadığım için gündüzleri uyuyor ve orucumu bu sayede kolay tutuyor olabilirim ama inanın gece uykusuna olan özlemimi anlatamam. Sadece gece uykusuna olan özlem mi? Her gün masasına bir not bıraktığınız, kokusuna doyamadığınız, hasretine dayanmanın dağları yerinden oynatabilecek büyük bir yükü sırtlamayı göze aldığınız sevgiliniz... bilseydiniz eminim çoğunuz korkar, yaklaşmazdınız. Ama ben tam kalbindeyim! Tam kalbinde. Kaderiniz bazen öyle güzel bir yere getirir ki sizi... Nedense sevgilimle galata kulesine çıkasım var. Evet buradan ona bir teklif olsun bu. Ramazan ayı içinde olmamıza rağmen cumartesi ya da pazar fark etmez. Galata kulesine çıkmak istiyorum sevgilim seninle, el ele, göz göze... Orucumuzun verdiği yorgunluk çöksün üzerimize. Omzuma dayasa başını uyuklasa, ben de başımı başına yaslasam... Güzel olur.

Ve 18 Temmuz akşamı... öyle büyük bir akşamdı ki. Henüz güneşin doğmasına saatler vardı belki ama benim yüreğime güneşler çoktan doğmuştu. Hafif yanmış tavuklar o kadar lezzetliydi ki. Annesinin tebessümü, babasının bana bakışı. Mutluluktan çığlık atmamak için zor tuttum kendimi. İçim içime sığmadı.

Aynı zamanda sürprizlerin en tatlısının içinden çıkan bir kırmızı kalp, notlar ve defter. En sevdiğim ikinci renk mor keçe kalem. Yazmaya doyamayacağım bir ikili. Kalemle ağaçtan yapılmış deftere bir şeyler karalamak açık söyleyeyim çok hoşuma gidiyor. Ama buraya da illaki bir şeyler yazmak lazım. Neden mi? Sebebi belli. Sevgilim buraya yazmamdan mutlu oluyor. Ve ben onu mutlu etmek için hayatımı adadım. Onu mutlu etmek için yazmayacaksam başka ne yapacağım? :)

Seni sonsuza dek seveceğim, ve ŞİMDİ seviyorum!
 
Bazen AŞK, hikâyeden de masaldan da öte bir şeye dönüşür...
Sonsuz saygı ve SEVGİ dileklerimle...

13 Temmuz 2012 Cuma

Hayat...

İnsan... Doğar, yaşar ve ölür. İnsana ruh üflendiği zamandan itibaren ilk tanıdığı insan annesidir. Ve doğduğu andan itibaren insan, birçok insanla tanışır, karşılaşır, öğrenir, unutur, kızar, sinirlenir, üzülür, SEVER, ÂŞIK olur, ayrılır, kavga eder, kolu kırılır...

İnsan hayatı boyunca her zaman sevmez. Ama hiç de sevmemezlik yapmaz. Özel hisler hissettiğini anladığı, konuşurken anlaştığını düşündüğü insanlarla biraz da hormonlarnı yardımıyla insanlar birbirinden hoşlanabilir, bir şeyler hissedebilir. Ömrünüz boyunce tertemiz bir hayat yaşayıp tek bir kişiye âşık olup onunla tertemiz bir hayat yaşayabilecek olsaydık, insan değil melek olurduk. Peygamber Efendimiz için Hz. Hatice'nin Hz. Aişe'den farkı var mı idi? Hz. Aişe her zaman kıskanmıştır, Efendimiz'in Hz. Hatice'yi anmasını. Ama bu bir gerçekti değil mi? Peygamber Efendimiz de büyük bir insan ve o da sevdi evlendi. Eğer mesele TEK kişiyi sevmek ve ömrü boynuca SADECE BİR İNSANDAN hoşlanabilecek olsaydı Efendimiz hazretleri Hz. Hatice'den sonra evlenir miydi? Hz. Hatice, Efendimiz'in gönlünda sıradan, özel olmayan biri miydi ki Efendimiz, Hatice annemizin ölümünden sonra tekrar evlendi? Hz. Hatice'nin veya Hz. Aişe'nin birbirlerine olan üstünlüğü neydi? Neydi biliyor musunuz? Hiçbirinin birbirine üstünlüğü yoktu. Çünkü Efendimiz, tüm hanımarını ALLAHIN EMANETİ OLARAK GÖRÜYOR ve onları ALLAH İÇİN SEVİYOR idi... Sizi "şu an" sadece sizi isteyen sadece sizi seven biri varsa ona sarılın ve daha öncekilere bakıp e ama onlara da bana yaptığını yapmışsın benim özelliğim ne? diye sorarsanız, Peygamber Efendimizin yaptıklarıyla çelişiriz. O zaman HZ. Aişe de aynı soruyu sormalı imiş. Sevmeyeyim de ne yapayım? Gönlünü kazanmayayım da ne yapayım? Helalim olmanı istemeyeyim de ne yapayım? Gönül mü eğlendireyim? Herkes gibi laçka muhabbetler mi yapayım? Ciddiyetsiz. laubali, terbiyesiz, her kıza "nasılsa bitecek eah hepsi benim için aynı, yer içer sonra bırakırım" mı demeliydim? Tek istediğim bir insana bağlanmak. O'na hayatımı adamak. Bu işte bu SENİN ÖZELLİĞİN! Çünkü hayatımı SANA adamak istiyorum! İşte senin özelliğin bu. VE 7 MİLYAR İNSAN İÇİNDE SADECE VE SADECE SENİ, ANNENİ BABANI VE SEVDİĞİN İNSANLARI SEVİYORUM! OLduğum gibiyim, her şeyimle karşındayım. İspat etmek zorunda hissetmiyorum, sadece SENİN OLmak istiyorum Allahın izniyle seni hayatıma katmak istiyorum. Bir AİLE kurmak istiyorum. İman bereketinin dolup taştığı, güzel bebeklerin seslerinin çınladığı huzurlu örnek bir aile! Yalansız, dolansız, samimi, mütebessim bir aile... Muhakkak ki ALLAH her şeyi gören ve bilendir! Allah'a niyazımdır! Alınyazımı ASLA BIRAKMAYACAĞIM! Gözyaşlarıma, sadâkatime ve sevgime Allah şahid olsun, Allah şahid olsun, Allah şahid olsun! ... Vekil olarak ALLAH yeter!

Saygı ve sevgi dileklerimle...

12 Temmuz 2012 Perşembe

Moda sahilinde bir gün...

Kalbinizin sağlam çıkması. İçinizdeki tedirginliğin son bulması. Eğer kalbinize sahip olan, kalbinizde yaşayan kişi güzelse sizi sağlıklı kılıyor sanırım. Allah'ın bir lütfu bu. Eminönü'nden başlayan, ve yine Eminönü'nde biten güzel bir gün. Sonu olmayan, "sayılı" olmayan güzel günlerden sadece bir tanesi... Yorgunum ve çok özledim...

En güzel sevgi dileklerimle...

9 Temmuz 2012 Pazartesi

İstihare...

Hangisi gerçek rüyadır sizce? Tek bildiğim, rüyaların bize bir şeyler anlatmaya çalıştığı...!
Bugün günlerden Pazartesi... "Bugün günlerden..." diye yazdım bir an duraksadım, bugünün hangi gün olduğunu hatırlayamadım. Nasıl bir şey bu? Neyse lafı fazla dolandırmayacağım. Sabah işten gelince güzelce bir abdest alarak istihare için hazırlık yaptım, namazımı kıldım ve duamı ettim. Niyet ederek sağ yanıma yattım.

Ve o inanılmaz "gerçek" inception tadında rüyalar zinciri başladı bilinçaltımın o bilinmeyen derinliklerinden. Bir bir çıktılar yüzeye. Ve her biri bana bir şeyler anlatmak ister gibiydi, heyecanlı heyecanlı oradan oraya koşturuyor, ilginç ve tanıdığım karakterleri benimle yüz yüze getiriyor ve bana bir şeyler anlatmaya, göstermeye çalışıyordu. Önce bir koridorda buluyorum kendimi. Bu koridor kanalımızın yemekhane katındaki koridor ama mekânlar değişik. Ve ikindiden akşam vaktine yakın olduğunu anlıyorum, koridoru güneşin altın sarısı ışıkları aydınlatıyordu. Sonra akşam oldu. Haber merkezinin tam ortasında bir masa. Masanın rengi yeşil. Masada birkaç kişi var ama ben sadece Erhan Çelik'i çok net hatırlıyorum. Konuşuyoruz, yemek yiyoruz. Neden sonra birkaç takım elbiseli adam çıkıp geliyor, ellerinde sözleşmeye benzer birtakım evrak. Erhan Çelik onları imzalıyor kocaman bir kalemle. Ve öyle güzel bir yazıyla atıyor ki imzaları. Aralarına benim de adımı yazıyor. Şaşırıyorum, bana kaş göz yapıp göz kırpıyor.

Aslında olaylara ve ayrıntılara çok daldığım "fark ettirildi". Rüyalarımda ve uyandıktan sonra içimde çok net bir his dalgası vardı: "Hayallerine kavuşmuş, içi içine sığmayan bir çocuğun mutluluğu..."

Rabbim hayra çıkarsın. Ve cennet, ayaklarının altında duran annelerimizin duaları Allah (cc)'un izzet-i dergâhında kabul buyurulsun! âminn...

Tüm sevgi ve esenlik dileklerimle... ♥&♥  :)

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Berat Gecesi...

Bugünkü yazım olabildiğince kısa ve öz olacak. Yazıma o büyük hayat rehberinden bir cümleyle başlamak istiyorum;

"Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder...O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Zümer 39/53)

İnsan, ömrü boyunca binbir sıkıntı çekiyor, unutuyor, bilerek veya bilmeyerek günah işliyor. Ve öyle bir zaman geliyor ki insan, başka bir insanı "seviyor"... Ve öyle çok seviyor ki, 21. yy'ın bayağı, yüzeysel ve sözde sevgileri gibi değil. Samimi, derin, içten ve ruhani bir sevgi... Gözleriniz gözlerini, sözleriniz sözlerini, ruhunuz ruhunu özlüyorsa ve bunu içten içe dalga dalga hissediyorsanız gerçek sevgi budur.
Bir ömür boyu sürecek sevgi dolu huzura... Ruh ömrü ne kadarsa!

Bir cümle OKUrsunuz sizi sizden alır, bir bakış, bir nefesin sıcaklığında bulursunuz huzuru... Bir hikâye yazdı bana sevgili. Son cümlesi öyle şahane ki. Benim ifademse şu;

"Rabbim siretini, suretini bana sevimli kıldı ve yüreğini yüreğime, ruhumu ruhuna ısındırdı." (^^,)

Yüce Allah(cc) hepinize saf sevgiyi, saf sevgiliyi ihsan eylesin. Bir ömür başınızdan bereket, tebessüm ve iman eksik olmasın... Geceniz mübarek olsun.

En âlâ sevgi ve esenlik dileklerimle...

30 Haziran 2012 Cumartesi

30 Haziran...

        Uyursunuz o gece saat 0220'de. Sabah 0624'te uyanırsınız. Sabah yayınınız vardır ve o yayını sağ salim atlatır ve güneşli bir Cumartesi gününün verdiği heyecanla çıkarsınız işyerinizden. Bisikletin pedalını çevirirken hızlı atan kalbiniz sadece bisiklete sarfettiğiniz efor için hızlı atmıyordur. :) Aklınızda o güne dair bir buluşma vardır ve o buluşma sizin kalbinizi hızlandıran çok tatlı bir çikolata gibi sıcacık enerji verir size...

          Hazırlanırsınız ve saat 11 de Eminönü'ne inersiniz. O'nunla buluşur utangaç ve yanyana iskeleye kadar yürürsünüz. Aklınızda Üsküdar vardır ve üsküdar vapuruna binersiniz. Ayaktasınızdır ama dışarıda olduğunuz için ve sevdiceğinizle yan yana olduğunuz için bu umurunuzda değildir. Vapur sularını köpürterek hareket eder. Bebeklerden, boğazdaki yelkenlilerden vs konuşursunuz. Sonra Üsküdar sahilden yürüyerek yüksekçe bir tepeden boğaz manzarasının tadını çıkarırsınız. İçtiğiniz çayların tadına doyamaz, yaptığınız muhabbetleri, anlatılan eski anıların etkisiyle hoş olursunuz. Hele de sizi "dinleyen" bir çift göz varsa tam karşınızda! Sonra iskeleye inişe geçersiniz. Gıcık gıcık öten kargaya türlü seslendirme yapıp gülüşürsünüz. Sonra Boğaz turu yapmaya karar verirsiniz. Ama öncesinde içiniz yanmıştır ve birer cola alırsınız en buzundan... İçer içinizi ferahlatırsınız. Sonra boğaz turu... çekilen bir sürü mutlu ve güzel fotoğraf. Gerçi çeken çok güzeldir sizin pek yaptığnız bir şey yoktur. Onun fotoğraf aşkını hayran hayran seyredersiniz. Boğaz turu her ne kadar siz istemesenizde biter. Sonra rıhtımın ilerisindeki camiide ikindi namazı kılınır. Sonra karınınızın acıktığını fark edip bir şeyler yersiniz. Ve sonra Kız kulesi... O efsanevi İstanbul simgesinin önü. Batmak için yoluna devam eden güneşin iyice batı ufkuna yaslandığı ama hâlâ tüm haşmetiyle parlayıp ısıttığı saatler... Yüzünüze vuran güneş ve bakışmalarınız. O dakikalar sanki hiç bitmeyecekti. Hiç bitmeyecek bir hikâyenin başlangıcı olduğunu hissedersiniz. İlikleriniz bile titrer heyecandan. Ellerinizin hiç titremediğiyle gurur duyar ve çevrenizden "senden iyi cerrah olur ha" diyenleri gülümseyerek hatırlarsınız. Ama o saniyelerde elleriniz zangır zangırdır. Nefesiniz, kalbinizin hızına oksijen yetiştirmekte zorlanır... Sonra kalkarsınız el ele... Yürürsünüz yüzünüzü okşayan serin boğaz rüzgârına doğru. Kalabalıktır sahil. Düğünü bitenler, kendilerini serinlikte dışarı atanlar, araba kornaları... Her şey bir yana birbirinizin gözlerine denk geldiğiniz an zaman durur, sesler susar, onun ruhunun derûnunda bulursunuz kendinizi. Gözbebeklerinden taşan sevgi seline kapılırsınız. Serin berrak bir su gibidir o sevgi. Şifa kaynağıdır, içinizdeki derin huzurun sebebidir... 

         Sonra eski bir hana girersiniz. Alışveriş damarı kabarıvermiştir. Ürünleri incelersiniz, ihtiyacınızı aldıktan sonra tam çıkarken gözünüze minik bir şey daha takılır onu da alıverirsiniz. Ve akşamın sonuna doğru artık güneş iyice devrilmiş, onun kokusuyla sarhoş olmuşsunuzdur. Vapura binersiniz tekrar. Sabah bindiğiniz iskeleden inersiniz bu kez. Ve nasıl olduğunu anlamadan onu uğurlarsınız evine... 

         Öyle güzel bir gün ki bu sizin için. Sonsuza açılan bir kapının ilk saniyesi idi bu koca gün. Yani size 7-8 saat gibi gelse de, büyük hikâyenin içinde bu 1 saniye kadar yer tutar ancak belki daha da az... Kıymetini anladığınız insanı SAKIN HA BIRAKMAYIN! Kıymetini bilin. Allah'ın emanetine hıyanet etmeyin!   

Bu yazımı da sonsuz sevgi dileklerimle bitiriyorum. Sevgiyle kalın :)

28 Haziran 2012 Perşembe

"Sen evleneceğim adamsın"

      Başlığı iyi OKUyun... Hatta birkaç kez OKUyun. Bu cümleyi hayatınızda kaç kez duyarsınız? Kaç kişi size bu cümleyi kurabilir?

       Sizi bilmem ama benim hayatımda TEK 1 insan buna cesaret edebildi. Ve o insanı da hayatımın geri kalanında TEK 1 an olsun bırakmaya niyetim yok. Neye mi niyetim var? Her 1 an onu sevmeye, Her 1 an onu özlemeye, Her 1 an gözlerine bakmaya, Her 1 an ona sarılmaya niyetim var... Hayatı paylaşmak, yorgan kavgası yapmak, bana "çoraplarını yere değil banyoya at!" diye bağırması, bulaşıklara yardım istemesi, birer kahve içmek karşılıklı konuşmadan sadece gülümseyerek, bakışarak... Mutfakta yan yana salata hazırlarken günün içinden konuşsak. Hayaller ve hayaller. Ve bu hayallerin gerçekleşmesi inanın hiç zor değil. Sadece kocaman bir sevgi ve bu sevgiyi gösteren her hareket...

        Klişeleşmiş, günümüzün sahte duygularına, bozuk telkinlerine uymadan, gözlerimizin ne söylediğine bakıp sımsıkı sarıldığınızda güveninizi yeni baştan tazeleyebiliyorsanız yıllar değil sonsuza dek mutlululuğun sefasını sürersiniz. Ve bu kelimeyi söyleyen insanın güzelliğini bahşeden yaradana da âcizane secdelerimi sunuyorum. Ben O'nun, O'da benim inşaallah.

Dualarım, Dileklerim hep sevdiğimin yanında olmak için...

Sevgilerimle...














26 Haziran 2012 Salı

Hislerimin tercümesi....

Bu yazı hislerime birebir tercüman olduğu için, OKUduğum an bunları düşündüğümü fark edip kelimelere döküldüğünü görünce sahibinden izin alarak buraya yazdım. Sevgiyi iliklerime kadar hissetirene buradan sonsuz teşekkürlerimle...

**İstasyona gidip bir bilet alabilir, sonra trene atlayıp, bambaşka bir yere gidebilirdim. İçimden geçtiğim tüm o şehirleri, rayların cızırtısı eşliğinde izleyebilirdim. Bir yerlerde bir ev tutup, önyargılı bir toplum ve bize biçilmiş rollerin uzağında, yeni bir hayata başlayabilirdim. Belki de şansım yaver gidip,yeni insanlarla tanışabilirdim. konuşacak yeni insanlarla… Tatmin edici bir maaş alıp, ...üstüme başıma pahalı kıyafetler çekebilirdim. Belki orada bir kızla tanışırdım; birbirimizi seveceğimiz bir kızla. Birlikte bolca zaman geçirebilirdik; sadece ikimiz… Geç vakte kadar yataktan çıkmadan,geri kalan her şeyi unutarak, anladığımız dilden konuşabilirdik. Belki kavga eder, sonra çözerdik.konuşup anlaşıp, yolumuza devam ederdik.
 
Deniz kenarına arabamızla gider, kendimize bir ev alır, çocuk yapardık. Sevimli, sağlıklı çocuklar… Onları çok severdim. onlara bir yuva ve baba sıcaklığı sağlardım. Muhtemelen gecenin bir yarısı uyanıp, seçimlerimi ve aşkımı sorgulardım. Kör karanlıkta sokakta biraz yürür,geçen arabalara bakar,yapayalnız halimle soğuğu iliklerimde hissederdim. Sonra yatağıma döner, ona sarılır, hem kendimden hem de karanlıklarımdan tiksinirdim. Sonra sisin ardında bir şey görürdüm.geldiğim yeri özlerdim. Doğduğum yeri,memleketimi… Belki hayatımı orada sonlandıracağım. Belki benim seçimim budur. Belki hiçbir yere gitmeyeceğim, burada kalacağım… İşte benim seçimim bu, seçimim bu… [Alıntı]
 
Sevgilerim sonsuz, dileklerim uçsuz bucaksız olana gitsin...

26 Haziran 2012 - ...sonsuza

Bir ayını dolduruyorsa bir tanışmanın arefesi, artık bir şeyler oluşuyor, olgunlaşıyor demektir. Hayatın tüm zorlukları, onun yanındayken sizden uzaklaşıyorsa, normalde sizi üzebilecek şeyler sizi üzmüyorsa, bilin ki o hatun sizin hayatınızın geri kalanıdır.

Dikkat edin. Her dokunduğunuzda, bakışlarınız her çarpıştığında, kalbiniz çılgınlar gibi atıyorsa, ve sevginize "inanıyorsanız" o sevgi VAR olur ve gözlerinizle birbirinizin ruhunu OKUmaya başlarsınız. Artık VAR olan iki okyanus birbirine bakışları ile bağlanmış ve "1" bütün olmaya doğru yelken açmışlardır.

Bilin ki o yanınızdaki insan, hayatı boyunca, kaderi sizin kaderiniz ile buluşuncaya kadar olan sürede zorluklara göğüs germiş, ailesine, atalarına "öf!" bile dememişse ve tüm bunları yaşayarak geçirdiği yıllardan sonra hâlâ derin bir vecd ile Rabbine hamd edebiliyorsa sevin onu! Sevin! Bilin ki Allah da o kulunu seviyor! Çok sevin. Saygınız öyle büyüsün ki taşsın ve sevgiye dönüşsün. Cennetten bir bahçe oluverir size. Siz de ona korunaklı bir liman. Birbiriniz olursunuz. Kokusu o sizden uzaklaşsa bile, aradan saatler geçse bile hâlâ burnunuzun direğini sallıyor ve kalbinizi güm güm attırıyorsa ben o hatunla sonsuza dek her musibete her güzelliğe gözüm kapalı ama elleri ellerimde dalarım!

Ve onun için, tanışma aydönümü için yapmak istediğiniz sürprizin çeşitli sebeplerle aksaması büyük bir sorun çıkarabilir. Unuttuğunuzu düşünebilir ki bu onu yanılgıya düşürecektir. Çoğu zaman olaylar göründüğü gibi olmuyor. Gerçekten :) Ama onun gönlünü alamayacaksam, onun ruhunu hoş edemeyeceksem niye nefes alıyorum ki? ...

Sevgilerim benden uzakta bile olsa kokusunu tüm hücrelerimde duyduğum sevgilime...

Sonsuzluğumu çok seviyorum, sonsuza dek seninim!

21 Haziran 2012 Perşembe

Sabah denemeleri...


Lafı ve yeri gelmişken sabah sabah damarlarım açıldı nedense. İstanbul'dayız ve herkes bir trafik sorunundan böğürüp duruyor. Ahali delirmiş gibi saygısızca araç kullanırsa e normal. Toplumumuz bu anlamda korkunç şekilde potansiyel "seri katil"...

Kimse kimseye yol hakkı tanımıyor, en ufak frende camlar açılıp dayılanılıp küfrediliyor, bol bol ara gazı, ani şerit değişimleri bla bla...

Ondan sonra vay efendim terör bitsin teröre lânet, bilmem ne. Lan siz önce içinizdeki trafik teröristini bi öldürün de sonra konuşun!

Kusura bakmasınlar ama özellikle minibüs, taksi ve ÖHO şoförleri. Potansiyel seri katil modundalar... İnsan akli melekelerini çalıştırmalı.

1- Hem o ÖHO'ların egzoslarından çıkan karanın da karası duman nedir? İstisnasız her ÖHO atmosferi havamızı piç ediyor! >>

2 - Bence kara çarşaflılara lâf söylediğiniz kadar hatta daha fazla lâfı söylemeli, bu ÖHO'ların kıçından osurdukları kara lânete dikkat çekmelisiniz!

İşte buna sabah denemesi deniyor. Herkes herkese lâf çakıyor ama kimse dönüp kendine bakmıyor...

Ben mi? Ben bisiklet kullanıyorum. Havaya tek bir mmküp zehir salmıyorum. Benzinin litresine 4 lira, 1 sigara paketine 5,5 lira ödemiyorum..

*Muhakkak ki düşünen toplumlar için alınacak ibretler vardır.

**Hâlâ düşünmüyor musunuz?

Bu satırlar büyük bir kitaptan... EN BÜYÜK, EN KUDRETLİNİN SÖZLERİNDEN. Tanıdık geldi mi acaba???

Ve söyleyeceklerim bu kadar...

En uzun gün...

Kalpleriniz sevgiye daima aç kalsın, obur olun ama sadece sevgiye... Sevgi, cömertliktir!
       Bugün 21 Haziran... Dünya'nın kuzey yarımküresinde en uzun gündüzün yaşandığı tarih. Ve böyle bir günde öğleden sonra görülen güzel bir rüya. Rüyanın üzerinden henüz birkaç saat geçmemiş ki beklenmedik bir anda beklenmedik şekilde gelen bir sürpriz...

        Yüreğinize inecek gibi oluyor önce. Algılarınız açık ama aynı anda algılarınız göremiyor. Garip bir duygu. Size anlatmak istediğim rüyalarınızı, bilinçaltınızı ve yaşadıklarınızı ciddiye alın. Tesadüf ve şans kelimelerinin aslında kâinatta asla var olmadığını, bu kelimeleri bizim uydurduğumuzu bilin. Rüyalarınız size birçok şeyi gösteriyor olabilir. Rüyalarınıza, özellikle de uyandığınızda(?) neler hissettirdiğine dikkat edin. Gördüğüm rüya öyle güzeldi ki, öyle gerçekti ki... Rüyanın sıcaklığı henüz devam ederken yaşadığınız şey sizi çok şaşırtabilir. Evet çocukluğumdan beri ilgimi çeken metafizik ve madde olarak algıladığımız evren arasında müthiş bir bağlantı var. Binlerce köprü, ip, halat... Biz insan denen varlık, -ki başkalarının varlığına da inanyorum- kesinlikle evrenle direkt bağlantılıyız. Tümleşik bir bilgisayar işlemcisi gibi... O işlemciyi tasarlayan ise neyin ne olduğunu öyle güzel biliyor ki. Ve bunun kıymetini anlayan, hisseden herkese sesleniyorum!

        ÇABALAYIN! Sevgiyi bulursanız, sevginize kalbinin kapılarını açan, size bunu söylerken gözleri gülümseyen bir insan bulursanız sarılın ona... Sımsıkı sarılın. Kıymetini bilin. Bazen anlaşamayabilirsiniz. Size naz da yapabilir. Ama konuşun! İletişim kurun. Sevgiyi bulduğunuzda onu canınız pahasına kaybetmeyin. Sevgiyi hissettirin ki sevgiyi hissedelim. Biraz önce şans ve tesadüfün tamamen bizim uydurmamız olduğunu söylemiştim. Tevafuk diye bir şey var. Bu kelimenin meali şu; Ne ekersen onu biçersin... Yani siz ne dilerseniz, neyi isterseniz neye karar verirseniz, insanlara ne verirseniz size o bir şekilde dönecektir.

       Sevgi isteyen sevgi görür, sadakat isteyen sadakat görür, hayır isteyen hayır görür. Başına gelen her şeye "Allah'tandır" deyip tebessüm edebiliyorsa bir insan işte o insan kıymetlidir.

       Ve eğer fani dünyadan sıyrılmışçasına bakabiliyorsanız sevgilinize, saçlarınız ağardığında, bedenleriniz yavaş yavaş çöktüğünde bile gözlerinin içindeki gencecik sevgi dolu ruhu görebilirsiniz ve uslu bir çocuk olursanız sonsuza dek ayrılmazsınız. Çünkü Allah(c.c), birbirlerini kendisi aşkına sevenleri çok sever...

        Sonsuz sevgiliye... En güzel dileklerimle... :)


20 Haziran 2012 Çarşamba

Kelimenin terazisi...

       Çok uzaklarda bir gezegendesiniz. Bambaşka bir gezegen. Üzerinde senden başka bir hayat şekli yok. Tek sen varsın. Gökyüzü açık turuncu bir renk... Ve dizlerinize dek uzayan bitkilerle kaplı bir düzlüktesiniz. Hafif meltemde eriklere benzer bir meyvenin mayhoş kokusu... Yemyeşil bitkilerin arasında usulca yürüyorsunuz. Ayaklarınız çıplak. Toprak benzeri maddeyi hissediyorsunuz. Serinlik veriyor ve üzerinizdeki kötü enerjiyi emip bünyesinde yok ediyor. Rüzgârın ve göz alabildiğine uzanan yemyeşil çayırın hafif fısıltısı dışındaki sessizliği hissedin. Bitkilerin ellerinize dokunuşunu, rüzgârın yüzünüzü okşamasını hissedin. Uzaklarda bir ağaç görüyorsunuz, tek başına... Ve biraz sonra ufuktan iki yıldız yükseliyor. Anlıyorsunuz, bir çiftyıldızlı güneş sistemindeki bir gezegendesiniz. Çok şaşırıyorsunuz. Manzarayı seyre dalıyorsunuz. Huzur bütün zerrelerinizi kaplayan bir deniz gibi... Derinn bir nefes alıyorsunuz ve tebessüm yayılıyor yüzünüze... 

Rüyalar mı gerçektir yoksa dünya mı? Gerçekliğin rüyasına hoş geldiniz... 
         Şimdi, gözlerinizi kapatın ve bu okuduğunuz şeyleri hayal edin. Mümkünse yaslanın bir yere ve rahatlayın. Bu gezegenin karmaşasından, dışarıdaki insan seslerinden, kavgalardan, savaşlardan, kıyımdan, dedikodulardan, ikiyüzlülükten, yalancılıktan sıkılmışsanız tavsiye ederim. Deneyin. Özellikle üzerine kalkıp iki rek'at namaz da kılarsanız tefekkürün ne anlama geldiğini ve kelimelerin aslında üzerlerine mânâ elbisesini giydiğinde nasıl da ağırlaştıklarını görürsünüz. Ve ağır olan şeyler derindedir. Ve siz, ruhunuzu ne kadar derinleştirebilirseniz o kelimelerin mânâlarına o kadar yaklaşır ve o kadar huzura erersiniz. Huzuru bulmanız dileğiyle... :)  

19 Haziran 2012 Salı

Kısa bir başlangıç...

        Hani bazı başlangıçlar vardır. Hayattır başlayan... O hayatta kendinizi bulamamışsanız kaybolmuşsanız, annelerimizin "nereye koyduysan ordadır!" sözü kadar kolay bulamıyorsunuz kendinizi...

       Hayat yolculuğunda da, kaybolmuş, kendini "aramaya" tenezzül bile etmeyenlerle karşılaşabiliyor insan. Üzülüyor, kırılıyor. Umarım kendini kaybetmiş, çabalamayan insanlardan uzak olursunuz. Blogumun ilk yazısını bi güzel dilekle tamamlıyorum. Sonraki uzun yazılarda görüşmek umuduyla :)
En muhteşem başlangıç kelebeklere aittir...